Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

yokoluş sıkıntısı

Ölüm karşısında insan çaresizdir. Bunun tek sebebi vardır aslında bu deneyimi bir gün kendisinin de yaşayacağı bilincidir. ‘Tesellinin ortaya çıkması için ‘ihtimal’ mutlak surette gereklidir. Yani daha doğru bir ifadeyle ihtimal dahilinde ise teselli işe yarayabilir. Ancak ölüm mutlak sondur ve hiçbir teselli kabul etmez. Birisi bir yakınını kaybettiğinde, insanın ne yapacağını ne diyeceğini bilememesi kaçınılmazdır. Böyle durumlar için insanın elindeki tek seçenek susmaktır. Ölüm kelimelerle anlatılamayacak kadar zor bir o kadar da karmaşık bir olaydır. Kelimeler, yaşayanlar içindir. Hiçbir dil, ölümü açıklayamaz. Bu ne dilin ne de ölümün sorunudur. Bilinçli olmanın belki de en acınası tarafı budur. İnsan ölümü bilir ancak onu açıklayamaz. Tam da bu yüzden varoluşumuz da bir boşluk oluşur. İyi ki var oldum diyemeyiz çünkü biliriz ki mutlaka yok olacağız. Varoluş sıkıntısı, var olduğumuz için değil yok olacağımızı bildiğimizden oluşan bir sıkıntıdır. Ve korkarım ki dostlarım, bu sıkınt...

Aysel Gitmesen Olmaz Mı

“Ne zaman bir dolunay görsem, dün gece ondan önceki gece... Gezegenler arasında parlaklığını ispatlamış. Sadece tek biriyle özdeş...” Attila ilhan, Aysel git başımdan derken, kafasının içini kastetmişti. Olmayan bir Aysel’den bahsediyordu. Yıldızlar kadar uzak, gözüyle görebileceği kadar yakın, tüm kalbiyle hissedebileceği kadar derin. Aysel’ler gitmese dünya daha güzel bir yer olabilirdi bence. Herkesin Aysel’i yanı başında olmalıydı. Buradan bütün Aysel'lere sesleniyorum gitmeyin. Gitmeyin ki, ne yıldızlara gözyaşı dökülsün ne de dolunaya şiirler yazılsın. İnsanın içinde bir sevgi olmasa kimseyi sevemez. Bu sevgiler öldüğü için dünya hep çirkin bir yer olarak kaldı çünkü tüm güzellikler Aysel’le beraber gitti. Tolstoy; “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir,” demişti. Demişti de, Üstadın hesaba katmadığı ise Aysel’in gitmesiydi. Aysel gidince ne şehir kalırdı ne de hikaye... Sizin de anladığınız üzere bu yazının...

Kuru Dal

 ... Binlerin adımı gri caddede Oynaşırken köpekler Zamandan ötelere savruldum. Alacalı dumanın yerine Rüzgâr uğuldarken bahçemde Çoktan düşüp çürüdüm.   Göğün perdesini örtmüş binalara Hilali kollayan yıldızlar yenildi. Ayakta kalanlara çalınan boya, Buğulu geceme renk katamaz.   Yaprak döken ağaçların sessizliği var Kuşların şarkıları göçmüş uzaklara Yağmur damlalarının ezgisi nerede? Ayırmadığım yerinde gün ışıltısı var. Yürek tıngırtısını dinleyen dünyanın Can veren saklı vahasında Kök salamamış kuru dalım Bir damlaya heveslenecek tomurcuk, Hangi hengâmenin bir ucunda?

Dediğimi Deme Yaptığımı Yap

  Zamirler bence insanlığın büyük ayıplarından evet evet zamirleri ayıplıyorum şu an neden biliyor musunuz?   Çünkü neredeyse tüm şiirler şarkılar öyküler onların üzerine yazılıyor sanki şöyle bir anlam çıkıyor bu eserler ortaya koyulsun herkes ihtiyacı kadarını alsın. İşte ayıp olan tam olarak bu! Sorun edebiyatta şiirde müzikte değil bence sorun yine kalabalıklarda... ‘Tüketim çağındayız’ diye bir laf dolanıyor her yerde. Sanki insanın ortaya çıktığı ilk andan beri bu olmuyormuş gibi. Kendimize çok kızıyorum, hiçbir şeyi düşünmeye gerek görmüyoruz. Soru sormak, devlet tarafından yayınlanan bir genelgeyle suç olarak sayılsa bile, nedenini sormayacağız diye korkuyorum artık. Çünkü temellendirmemiz yanlış. Birileri bizim için düşünür nasılsa, biz neden düşünüyoruz? Öyle değil işte herkes kendisi için düşünür. Birey olmak istiyorsak düşünmek zorundayız. Özür dilerim biz birey olmayı suç olarak görenlerdendik. Bir arada yaşayabilmemiz için, birey olmamız çok yanlış. Yapmamız ...